ASLA TATMİN OLMAYAN
Vaktiyle bir ermiş, kasaba kasaba dolaşıp ilahi dünya hakkında vaazlar veriyordu. Bir gün bir adam yanına gelip ondan hastalıklarını iyileştirmesini istedi.
“Çalış, ye ve Allah’a dua et!” diye karşılık verdi ermiş.
“Çalıştığım zaman sırtım ağrıyor. Yemek yediğimde hazımsızlık çekiyorum, bir şey içtiğimde boğazım yanıyor. Dua ettiğimdeyse Allah’ın beni dinlediğini hissetmiyorum.”
“Öyleyse kendine başka bir hoca bul.”
Adam memnuniyetsiz bir halde oradan ayrıldı. Ermiş bu konuşmayı duyanlara dönüp şu açıklamayı yaptı:
“Olaylara iki türlü bakma şansı var ve o hep en kötüsünü görmeyi seçiyor. Öldüğünde muhtemelen mezarın ne kadar soğuk olduğundan yakınacaktır.”
ACELE KARAR VERMEYİN
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri . askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz . erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor." Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış: "Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
GELİNCİK (Önyargı)

arkadaş olması açısından, dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar.
Gelincik, kadının yanından bir an bile ayrılmaz olur. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da,
oldukça uysallaşmıştır.
Birkaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına bütün zorluklara göğüs germek ve yavrusuna
bakmak zorundadır.Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da
olsa evden ayrılmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır.
Aradan biraz zaman geçer ve anne eve döner. Kapıda gelinciğin kanlı ağzını görünce;
`Korktuğum başıma geldi.` diye düşünür. Çıldırmışcasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür
hayvancağızı. Tam o sırada içerdeki odadan bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir. Ve odada
beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış yılanı görür... (Gelincik
yılanı parçalamış ve bebeği yılanın tehlikesinden korumuştur.)
Einstein`in söylediği rivayet edilen bir söz vardır:
`İnsanlardaki önyargıyı parçalamak, benim atomu parçalamamdan çok daha zor.`
`İnsanlardaki önyargıyı parçalamak, benim atomu parçalamamdan çok daha zor.`
İNSAN HAYATI DEĞERLİDİR
Jack yavaşlamadan önce Takometreye baktı:
Hız limitinin 50 olduğu yerde 73 ile gidiyordu
ve son dört ay içerisinde dördüncü defa polis
tarafından durduruluyordu. Bir insan nasıl bu
kadar şanssız olabilirdi? Jack arabasını sağa
çekti. "İnşallah su anda yanımızdan daha hızlı
bir araba geçer" diye düşünüyordu.
Polis elinde kalın bir not defteri ile arabadan indi.
Bob? Bu Polis Kiliseden Bob değil mi?
Jack iyice arabasının koltuğuna sindi. Bu durum bir cezadan daha kötüydü. Kiliseden tanıdığı bir
Polis, arkadaş olduğuna bakmaksızın birini durduruyordu. Hem de hızlı gidip, trafik kurallarını
ihlal ettiği için. "Merhaba Bob. Birbirimizi yeniden böyle görmemiz çok ilginç"
"Merhaba Jack" Bob gülümsemiyordu.
"Beni, karımı ve çocuklarımı görmek için eve giderken yakaladın" "Evet öyle" Bob umursamaz görünüyordu.
"Son günler eve hep çok geç geldim. Çocuklarım beni uzun suredir hiç görmedi. Ayrıca Diana
bana bu akşam Patates ve biftek yiyeceğimizi söyledi. Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?" "Evet ne demek istediğini anlıyorum. Ayrıca trafik kurallarını ihlal ettiğini de biliyorum" diye
cevapladı Bob. "Eyvah! Bu taktik fazla işe yaramayacak gibi. Taktik değiştirmek gerekli" diye duşundu Jack
"Beni kaç ile giderken yakaladın?"
"Yetmiş. Lütfen arabana girer misin?" dedi Bob.
"Ah Bob, bekle bir dakika lütfen. Seni gördüğüm anda Takometreye baktım. Sadece 65 ile
gidiyordum."
"Lütfen Jack, arabana gir" diye üsteledi Bob.
. Jack canı sıkkın bir şekilde arabasına girdi, kapıyı çarparak kapattı. Bob not defterine bir
şeyler yazıyordu. "Bob niye benim ehliyetimi ve araba ruhsatını istemiyor ki" diye düşündü Jack.
Ne olursa olsun, bundan sonra kilisede bu adamın yanına oturmaktansa, bir kaç Pazar Jack
kiliseye gitmeyecekti. Bob kapıyı tıklatıyordu. Jack arabasının penceresini 5 cm kadar açtı. Bob
Jacka bir kağıt verdi ve gitti. "Ceza değil bu" diye kendi kendine söylendi Jack. Bir anda sevinmişti. Bu bir yazıydı ve kağıtta
şunlar yazıyordu: "Sevgili Jack, benim bir kızım vardı. Altı yaşındayken çok hızlı araba kullanan biri tarafından
öldürüldü. Bu kazadan dolayı, adam cezalandırıldı. 3 ay hapishane cezasıydı bu. Bu adam
hapishaneden çıkınca kendi çocuklarına sarılıp, öpüp, onları tekrar koklayabildi. Ama ben... Ben
kızımı tekrar koklayabilip, öpebilmek için, cennete gidinceye kadar beklemem gerekiyor. Bin
defa adamı affetmeye çalıştım. Bin kerede başardığımı zannettim. Belki başarmışımdır, ama
hala kızımı düşünüyorum. Lütfen benim için dua et ve dikkat et Jack, tek bir oğlum kaldı"
Jack 15 dakika kadar bir sure yerinden kıpırdayamadı. Daha sonra kendine gelip, yavaş yavaş
evine gitti. Evine varınca, çocuklarına ve karısına sıkıca sarıldı. Hayat çok değerli, sürekli dikkat
et. Dikkatli araba kullan ve başkalarının hakkına saygı göster. Hiç bir zaman unutma, istediğin
kadar araba satın alabilirsin, ama insan hayatını asla…
ÇİNLİ GELİN İLE KAYNANASI ARASINDAKİ İBRETLİK HİKAYE

Bir kaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev, onun ve kayınvalidesi ile arada kalan eşi içinde cehennem haline gelmiştir.Artık birşeyler yapmak gerektiğine inanan genç kadın,doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır.Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir ilaç hazırlar ve bunu 3 ay boyunca hergün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler.Zehir az az verilecek,böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır.Yaşlı adam genç kadına kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.
Sevinç içinde eve dönen Li-li yaşlı adamın dediklerini aynen uygular.Hergün en güzel yemekleri yaparak kaynanasının tabağına azar azar zehiri damlatıyordu.Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu.Bir süre sonra kayınvalideside çok değişmişti ve gelinine kendi kızı gibi davranıyordu.Evde artık barış rüzgarları esiyordu.Genç kadın kendisini ağır bir yük altında hissetti,yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkanının yolunu tuttu.Yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı.Yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu.Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li-li ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı.
Sevgili Li-li dedi;
Sana verdiklerim sadece vitaminlerdi.Olsa olsa kayınvalideni sadece dahada güçlendirdin hepsi bundan ibaret.Gerçek zehir ise senin beyninde olandı.Sen ona iyi davrandıkça oda dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı ve böylece siz gerçek bir ana-kız oldunuz dedi.
Gül veren elde gül kokusu kalır
Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.
----------------------------------------------------------------------
BENİM DOĞAMDA SEVMEK VAR
Bir Hintli ile arkadaşı uzun süren bir yolculuktan sonra dinlenmek için bir derenin kenarında dinlenirken suda bata-çıka ilerleyen bir akrep görür.Akrebi kurtarmak isteyen hintli elini uzatır.Fakat akrep hintlinin parmağını sokar.Hintlli tekrar akrebi kurtarmak için yeltenir.Ama akrep tekrar sokar.Bu bir kaç kez tekrarlanır.
Arkadaşı hintliye sorar ;
"Neden seni sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışıyorsun? Bundan vazgeç der."
Hintli adam şöyle konuşur; "Sokmak akrebin doğasında vardır.Benim doğamda ise sevmek,merhamet var.Akrebin doğasında sokmak var diye,neden kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim"...
-----------------------------------------------------------------------
Hayat, pentatlon müsabakası gibi. İşiydi, ilişkisiydi, ailesiydi, arkadaşlarıydı derken kendinizi savrulmuş bir şekilde bulabilirsiniz. Oysa hem iş hem de özel hayatınızı kapsayacak bir yaşam amacınız olursa bu zorlu müsabakada yorulsanız da havlu atmazsınız. İşte Vodafone Türkiye CEO’su Serpil Timuray’dan başarı taktikleri...
----------------------------------------------------------------------
BENİM DOĞAMDA SEVMEK VAR
Bir Hintli ile arkadaşı uzun süren bir yolculuktan sonra dinlenmek için bir derenin kenarında dinlenirken suda bata-çıka ilerleyen bir akrep görür.Akrebi kurtarmak isteyen hintli elini uzatır.Fakat akrep hintlinin parmağını sokar.Hintlli tekrar akrebi kurtarmak için yeltenir.Ama akrep tekrar sokar.Bu bir kaç kez tekrarlanır.
Arkadaşı hintliye sorar ;
"Neden seni sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışıyorsun? Bundan vazgeç der."
Hintli adam şöyle konuşur; "Sokmak akrebin doğasında vardır.Benim doğamda ise sevmek,merhamet var.Akrebin doğasında sokmak var diye,neden kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim"...
-----------------------------------------------------------------------
HAVLU ATMAK İSTEMİYORSAN

Zoru Başarın, Değişimi Siz Oluşturun
Toplumda etkin ve üretken bir birey olmanın ön koşulu, yalnızca iş hayatı için değil, özel hayatı da kapsayan bir "yaşam amacı" belirleyebilmektir. Çalışmalarımızı ve çabalarımızı etkin biçimde yoğunlaştırabilmek için, öncelikle hayatta bir amacımız olması gerekir.
Başarıya giden yolda odağınızı seçtiğiniz hedeften ayırmayın. Asla taviz vermeyin. Asla yılmayın. Vaktinizi doğru görevlerde değerlendirin. Doğru görev, zor olanıdır. Çoğu kişinin kaçındığı zor görevleri başararak, değişime önayak olun.
Kariyerinizde bir sonraki adıma karar verirken, unvandan ziyade, yeni görevin sizin deneyimlerinizi uzun vadede ne ölçüde zenginleştirdiğine odaklanın. Zorluk ve krizleri değişim fırsatı olarak görün. Zorlu bir işle uğraşırken, sizden daha bilgili ve tecrübeli kişilere danışın.
"Sorun odaklı" değil, "çözüm odaklı" düşünün. "Niye yapamam?" sorusunu tedavülden kaldırın, "Nasıl yaparım?" sorusuna yanıt arayın. Çözüme ulaştıktan sonra da, sonucu yeterli bulmak yerine, "Nasıl daha iyi yapabilirdim?"i sorgulayın ve ders çıkarın.
"Ben" değil "biz" olarak düşünün. Başarıyı sadece "ben başarısı" olarak kurgulamayın. İşinizi severek yapın; yaptığınız işten keyif alın. İnsanlar bunu anlar ve tutkunuzdan mutlaka etkilenir. Buzulun görünen kısmı "yetenek" ise, görünmeyen büyük parçası "tavır ve niyet"tir. Sürekli öğrenmeye, değişime ve kendinizi geliştirmeye gayret ve kararlılık gösterirseniz sonunda başarı elde etmeniz kaçınılmaz olur. Bunun da ötesinde, hayatta başarıyı salt "iş başarısı" olarak tanımlamaktan da imtina edin. Olmazsa olmaz bir koşul bireyin özel hayatındaki başarı ve mutluluktur. Mutlu kimseler insan ilişkilerinde fark yaratır ve hem iş hayatında hem de toplumda öne çıkarlar.
--------------------------------------------------------------------------
TÜM SERVETİNİZ İKİ BARDAK SU
Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.Hükümdarın yaşamda en çok güvendiği, tek akıl hocası bir bilge kişiymiş.
Günlerden bir gün bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:
"Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın.
İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurlu olsun ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim,
"Benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?"
Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:
"Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?"
"Verirdim tabii."
"Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?"
Hükümdar biraz düşünür ve ardından " Ölmemek için evet" der.
Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş:
"Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca.
Çünkü haşmetlim, sizin servetiniz yalnızca; iki bardak sudur."
-----------------------------------------------------------------------------------------
İNSANI İNSAN YAPAN AĞIZDAN ÇIKAN SÖZDÜR
-----------------------------------------------------------------------------------------
![]() |
Söz vermek |
Eski Roma'nın ünlü generallerinden birinin eşi dünya güzeli bir kadınmış.
Kültürü..., neşesi, ev sahibeliği üslubuyla benzeri güç bulunur bir "şahane kadın" Boşanacakları haberi çıkmış,bütün Roma bu haberle çalkalanıyor.
Yakın arkadaşları bir cesaret konuyu açmışlar:
...- Eşin Roma'nın en güzel, en beğenilen, gıpta edilen kadını, diye
başlamışlar; lafı birbirinin ağzından alarak dakikalarca övdükten sonra,sözü şu suale getirmişler. Nasıl olur da ondan ayrılmayı düşünebilirsin?
General bacağını uzatarak:
- Çizmemi beğendiniz mi önce onu söyleyin bana, demiş.
- Çok güzel!
- Tay derisinden yapılmıştır. Sicilya'nın en marifetli çizmecisi
tarafından, kendi eliyle,benim için yapılmıştır. Bir benzerini bütün Roma'da bulamazsınız.
- Belli, demiş arkadaşları. Benzersiz derken de haklısın. Ama bunun, bizim sualimizle ne alakası var?
Arkadaşlarının merakını iki kelimeyle gidermiş general:
- Ayağımı sıkıyor;....
İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdür ama insanı insan yapan ağızdan çıkan sözdür..
------------------------------------------------------------------------------------
TULUMBACI SENDROMUNA YENİK DÜŞMEYELİM
Bir zamanlar İstanbul'da şimdiki gibi itfaiye sistemi olmadığından,yangınlar büyük problem olurmuş.O zamanlar itfaiyenin görevini sırtındaki tulumbayı yangına taşıyan ve söndürmeye çalışan tulumbacılar üstlenirlermiş.Eğer bu tulumbacı grubu yangına giderken,bir başka tulumbacı grubu ile karşılaşırlar ise tartışma çıkar ve olay yarışma haline sürüklenirmiş.Kazanan ise yangını söndürme hakkı kazanırmış.Halk ise bu olayı izler ve alkış tutarmış.Peki,yangın ne oldu? Her yer kül oldu.
Aynı hedefteki iki tarafın,gereksiz bir tartışma ile hedeflerinden şaşması büyük bir aptallıktır.
------------------------------------------------------------------------------------
TULUMBACI SENDROMUNA YENİK DÜŞMEYELİM
![]() |
Eski tulumbacılar |
Aynı hedefteki iki tarafın,gereksiz bir tartışma ile hedeflerinden şaşması büyük bir aptallıktır.
---------------------------------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder